Karabağ Çatışması

Dağlık Karabağ Sorunu sadece kardeş ülke Azerbaycan’ı değil, Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bir sorundur.

Öncelikle konuyu dana net anlatabilmek için Azerbaycan – Ermenistan sınırına dikkat çekmek istiyorum. Karabağ Azerbaycan’a geçtiği zaman bir çentik misali Nahcivan ile Azerbaycan’ı ayırmış durumda sınırı kalıyor.

GÜNEY KAFKASYA’NIN TEMEL GÜVENLİK SORUNU OLARAK DAĞLIK KARABAĞ ÇATIŞMASI ULUSLARARASI, BÖLGESEL, LOKAL ÇIKARLAR VE AZERBAYCAN’IN TOPRAK BÜTÜNLÜĞÜ SORUNU

Yaklaşık 32 kilometrelik bir mesafe içinde; bulundurduğu şartlara bakıldığında Ermenistan’ın tabiat parklarından, büyük ve küçük olmak üzere yerleşim yerlerinden fazlasını koyabildiği bir yer değil. Peki Azerbaycan Nahcivan’dan koparıldığında sorun orada bitiyor mu? Hayır.

Nahcivan, Türkiye ile sınır kapısı olan bir ülke. Bu ülkenin Azerbaycan’a bağlanması, bizim de yani Türkiye’nin deAzerbaycan’a sınır olacağımızın işaretidir. Bu da Hazar Denizi üzerinden Türk coğrafyasına ve Pakistan gibi geleneksel müttefiklere yakınlaşmak, onları adeta yanımızda bulabilmek anlamına geliyor.

3 tarafı denizlerle çevrili ülkemizi anlatırlar da, şu ülkenin bir çıkış durumu olsa nereden çıkacağını kimse anlatmaz. Dağlarla çevrili kapalı bir İran, tarihten gelen sorunlar sahibi, egeyi bastırmış Yunanistan ve yine Türkiye ile ilişkileri sorunlu olan bir Bulgaristan. Karadeniz zaten kapalı kutu, bir çıkışı yok. Suriye’yi ve Irak’ı saran PKK ile Arap dünyasından da Türkiye’yi kopartıp; PKK’yı bir destek olarak kullanarak Türkiye’yi durdurmaya çalışıyorlar. Türkiye, Suriye’de yapmış olduğu operasyonlarda  bu durumu durdurmaya çalışsa da Amerika’nın ve Rusya’nın o bölggedeki denemeleri yine devam edecektir.

Gelelim tekrar bu Karabağ Sorunu’na… Bölgede yerleşim yeri, maden, ya da çok kıymetli bir bulgu olmamasına rağmen Ermenistan’ın zayıflama pahasına savunduğu bölgenin kıymeti nereden geliyor? Sırf bu Karabağ ambargosu yüzünden küçüldükçe küçülen Ermenistan, kendi lobileri dahil, 1915 sözde olaylarında problemli bir yapı halini aldı. Dünyadan izole kalan Ermenistan; devlet halinde Rusya’nın uydusu durumunda. Rusya’nın iki adet askeri üssü Ermenistan toprakları içerisindedir.

Dağlık Karabağ meselesi aslında bir destekleyici gibi elde tutuluyor karşı tarafça. Zira bu bölge bir şeylere feda edilerek geri verilecek. O manasız toprak uzantısı da Ermenistan’da kalacak. Böylece Nahcivan da izole kalacak. Azerbaycan ile Türkiye kavuşamayacak. Çünkü Türkiye zorluklardan geçse de Türk coğrafyasının hamisi konumunda. Siyasal sınırlar ile birleşmemesini isteyen güçler ise Karabağ meselesi ile hem Azerbaycan’ı hem Türkiye’yi yıldırma peşindeler.

Türkiye’nin elini dört bir yandan bağlayıp, bölücü teröristlere komşu etmek isteyenler; Türkiye’nin başka hiçbir yerden dünyaya açılmasını istemiyorlar. Sanırım bu yüzden Kıbrıs konusunda da ciddi şekilde bir baskı söz konusu. Özellikle Kıbrıs sorunu ile Ermeni sorunun bağlantılı olmadığı halde birbiri peşine zaman zaman karşımıza çıkartılması aslında arka planda bir organik bağının bulunduğunu gösterir.

Günümüze gelecek olursak, geri kalmış bir Ermenistan ve yükselen bir Azerbaycan var ortada. Türkiye ise Gürcistan üzerinden Azerbaycan ile kurduğu ticari ittifaklar sayesinde hem Azerbaycan’ın dünyaya açılmasına bir katkıda bulunmuş, hem de enerji hatlarını kendi üzerinde toplamayı başarmıştır.

Özellikle bu konulara yabancı kalan Gürcistan’ın da ittifaka dahil edilmesi, daha da Şahin gibi pozisyonlandırılması şarttır. Zira Güney Osetya ve Abhazya bağımsızlık süreçleri de yıpranan Gürcistan’ı gösteriyor. Kendi bayrağını değiştiren ülkenin ne kadar ciddiye alınacağı ortadadır bence.

Kumar ve mafya yatağı olan bu bölgenin de bence Türkiye tarafımızdanbir şekilde dizayn edilmesi gerekiyor.

Rusya- Amerikan gerilimini eğer Gürcistan üzerinden bir cephe ile kart haline getirebilirsek oyunu kuran, ilk domino taşını da biz devirmiş oluruz. Böylece basket maçı misali ilk hava atışını alan taraf biz oluruz. Benim temennim özellikle Karabağ Sorunu’nun bomba misali Ermenistan’ın elinde patlaması gerekir. Yıllarca Kıbrıs konusunda haklı olduğumuz davada bile tenkitler alan ülkemizin uğradığı akıbetin daha da ağır olanını Ermenistan’a uygulamak, gerekirse bir askeri müdahale ile bu durumu nokta koymak elzemdir.

Türkiye ya ortadoğu bataklığında yok olacak, ya da Orta Asya ve Kafkaslarda hakimiyetini güçlendirecek. Bunun yolu da eskimiş Ermenistan’ı devreden çıkartmaktır. Gürcüler’i himaye altına almaktır. Bunun askeri şekilde, balyoz misali olacağını iddia etmiyorum. Lakin hukuksal bakımdan Hocalı Katliamı ve Ermeni zulümlerinin dünya hukuk otoritelerine kabul ettirilmesi şarttır.

Azerbaycan’ın bağımsızlık yıllarında karşılaştığı en büyük zorluk Dağlık Karabağ sorunudur. Uluslararası arenada, toprak bütünlüğünün yeniden sağlanması birincil hedefimizdir. Azerbaycan’ın tarihi bölümünün – Dağlık Karabağ ve ona komşu yedi vilayetin – 20 yıldan fazla bir süredir Ermenistan tarafından işgal altında kaldığı bir sır değil. Bu askeri saldırganlık ve etnik temizlik politikasının bir sonucu olarak, topraklarımızın% 20’si işgal edildi ve bir milyondan fazla insan mülteci ve ülke içinde yerinden edilmiş kişi oldu. (Arastu HABİBBEYLİ, Yeniden Kurtulan Bağımsızlığın 25. Yılında Azerbaycan’ın Dış Politikasını Yeniden Düşünmek, s. 42)

Azerbaycan coğrafi konumu nedeniyle tarihin her döneminde cazibe merkezi olmuştur. Bu nedenle sürekli olarak yabancı güçlerin isgali altında kalmış, kısa sürelerle bağımsızlık kazansa da bunu koruyamamıştır. Ancak, 20. yüzyılın sonlarında bagımsızlıga ulasabilmis, Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti kurulmustur.

Azerbaycan tarihine bakıldığında Karabağ, gerek kültürel, gerek siyasi olarak Azerbaycan’a büyük katkıda bulunmustur. Karabağ, Azerbaycan’da Kür ve Aras ırmakları ile şu anda Ermenistan sınırları içerisinde bulunan Göyçe gölü arasındaki daglık bölge ve bu bölgeye baglı ovalardan olusan arazilere verilen addır. Cografi konumu itibariyle Ermenistan ve İran’ı kontrol edebilme imkanına sahiptir. (Aslanlı; 2001, 393.) (1 Ünal, Ömer Faruk (2001), “Azerbaycan 1988-1995:Sancı, Kargaşa ve İktidar,” Journal of Qafqaz Unıversity, 8 Fall.)

Azerbaycan bağımsızlık sonrası dönemde siyasi açıdan büyük sıkıntılar yasamıştır. Dönemin şartlarının etkisiyle ülke dağılmanın eşiğine gelmiştir.  Ancak, Haydar Aliyev’le birlikte uygulanmaya baslanan “Denge Siyaseti” ile öncelikle iç istikrar sağlanmış, sonrasında Karabağ Savaşı durdurulmuş ve ülkenin uluslararası kamuoyunun tanıdığı ve önem verdiği bir aktör olarak varlığı kabul ettirilmiştir.

Bu siyaset lham Aliyev döneminde de sürdürülmektedir. Bu kapsamda, Batılı ülkelerle Rusya arasında siyasi ve ekonomik bir denge sağlanmaya çalışılmaktadır. Ancak, bazı ülkelerin Azerbaycan dış politikasında özel bir yeri bulunmaktadır.

Tarihi dostluk, kardeşlik ve yakın bir diyalog içerisinde bulundugu Türkiye, iki milyona yakın Azerbaycanlı’nın çalıstığı ve ülkede önemli bir lobiye sahip Rusya, doğal kaynaklarını dünya pazarlarına ulaştırmada bir bakıma garantörü olan ABD, ülkenin dış politikasında doğrudan etkin rol almaktadır. Ülkenin dış politikasında dini faktörlerin etkisiyle küçümsenemeyecek bir İran etkisi de mevcuttur.

Ek olarak, Dağlık Karabağ sorunu SSCB’nin parçalandığı ve Post-Sovyet ülkelerinin bağımsızlık kazandıkları dönemde Ermenistan’ın Azerbaycan toprakları üzerinde hak iddia etmesi ve bazı dış jeopolitik aktörlerin etkisi ve yardımıyla etnik ayrılıkçılığın körüklenmesi sonucunda ortaya çıkmış, yalnızca Güney Kafkasya’nın değil, Avrasya’nın, Avrupa’nın ve hatta tüm dünyanın güvenlik ortamını oldukça olumsuz etkileyen bölgesel çatışmalardan birine dönüştüğünü söyleyebilirim.

Zamanında önlenmemesi ve birtakım yerel, bölgesel ve uluslararası güçler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda kullanılması çabaları sonucunda Dağlık Karabağ sorunu daha sonraki yıllarda insanlık dışı eylemlerin, büyük katliamların meydana gelmesine ve benzer bölgesel çatışmaların dünyanın pek çok yerinde ortaya çıkmasına da sebebiyet vermiştir.

Ermenistan’ın Azerbaycan’a saldırısı ve Dağlık Karabağ Sorunu’nun tarihi köklerini incelediğimizde,  Ermeniler’in Azerbaycan’a karşı toprak iddialarının ve etnik saldırganlığının kökeninde Azerbaycan topraklarında kendi devletlerini kurma, daha sonra bu devleti genişletme ve Büyük Ermenistan adlı bir ütopyayı gerçekleştirme emelinin bulunduğunu kanıtladığını görebiliriz.

Azerbaycan’ın stratejik açıdan büyük önem taşıyan Karabağ bölgesine Ermeni nüfusun göç ettirilmesi 19 yüzyıl başlarında, özellikle de Azerbaycan topraklarının 1828 Türkmençay Antlaşması’yla Rusya’yla İran arasında paylaşılmasının ardından gerçekleşmiştir.

Azerbaycan, Sovyetlerin yıkılması sonrasında bagımsızlığına kavuşmuş ve tarihte olduğu gibi Rusya, İran ve Türkiye’nin doğrudan etkisine maruz kalmıştır. Bu etki Azerbaycan dış politikasında da kendini göstermiştir. Bağımsızlık sonrası dönemde Azerbaycan dış politikasının şekillenmesine etki eden diğer faktörleri şu sekilde gruplandırabilirim:

  • Ermenistan’ın Azerbaycan topraklarını işgali;
  • küresel süreçler; geostratejik konum;
  • doğal kaynakların dünya pazarlarına ulaştırılması;
  • küresel ve bölgesel güvenlik tehditleri;
  • bölgesel ve uluslararası sorunlara sorumlulukla yaklaşma ve işbirliği zorunluluğu.

Elbette Karabağ meselesini sadece Azerbaycan ve Ermenistan bazlı değerlendirmek yanlış olacaktır. Çünkü iki ülke arasındaki mücadeleden faydalanacak olan bölgesel güçler için Karabağ meselesi çoğunlukla baskı aracı niteliğinde algılanıyor. Örneğin Rusya, Ermenistan’a ekonomik yardımların yanı sıra askeri anlamda da büyük oranda desteğini sürdürüyor. Ermenistan’ın ulusal güvenliğini koruyabilmesi adına Rusya’nın S-300 füze anlaşmasını Erivan hükümeti ile imzalaması, Moskova’nın bu denklemde kendini koyduğu yeri açıkça gösteriyor.

Şimdi Bölgesel ve Küresel Gelişmelerin Dağlık Karabağ Sorununa Etkileri’ne bakalım.

Kafkasya bölgesi jeopolitik, jeostratejik ve jeoekonomik özelliği nedeniyle, başta NABUCCO olmak üzere Güney Akım Projesi, Kuzey Akım Projesi, Şahdeniz Projesi, Bakü-Tiflis-Ceyhan Petrol Boru Hattı Projesi, Bakü-Tiflis-Erzurum Doğalgaz Boru Hattı Projesi, Mavi Akım Projesi, Türk Akım Projesi, TANAP vb. olmak üzere birçok projenin hayata geçirilmesi konusunda hayati bir öneme sahiptir.

Bu nedenle başta Rusya ve ABD olmak üzere Çin, Avrupa Birliği, İran ve Türkiye’nin bölgedeki enerji, petrol doğalgaz vb. kaynaklardan yararlanma konusunda ciddi bir rekabet yaşadığını söylemek mümkündür.

Konuya bu açıdan bakıldığında özellikle Hazar Havzasında yer alan Azerbaycan’ın ve diğer bölge ülkelerinin küresel güçlerle olan ilişkileri ister istemez bölgedeki tüm ülkeleri yakından ilgilendirdiğini söylemek mümkündür. Bu noktada, Türkiye’nin jeopolitik ve jeostratejik önemi de kendiliğinden ön plana çıkmaktadır. Özellikle Kafkasya ve Orta Asya’da üretilen enerjinin dünyaya aktarılması noktasında hangi yolların kullanılacağının belirlenmesi büyük oranda küresel ve bölgesel güçlerin politikalarıyla eşzamanlı olarak yürütülmektedir. Bu durumda beraberinde bölgede yer alan sorunların küresel ve bölgesel güçler tarafından zaman zaman bilinçli bir şekilde gündeme getirilme ihtimalini arttırdığını söylersek yanlış olmaz.

Bölgeyle ilgili enerji projeleri ve Güney Kafkasya bölgesinin küresel güçlerin ilgi odağını oluşturuyor olması nedeniyle, yaşanan birçok güncel gelişmede Kafkasya’nın özellikle de Güney Kafkasya bölgesinde yer alan birçok sorun gibi Dağlık Karabağ Sorunu’nun da bölgesel ve küresel güçlerin ilgi odağını oluşturduğu söylenebilir. Bu nedenle bölgenin stratejik öneminin beraberinde bölgesel sorunların dinamizmini ve sürekliliğini de meydana getirdiğini söyleyebilirim.

Dağlık Karabağ Sorununun günümüze kadar uluslararası hukuka uygun bir şekilde çözüme kavuşturulamamıştır. Çünkü, bozulan barışı yeniden tesis edebilecek bir üst otoritenin bölgede henüz oluşamamıştır. Ayrıca, bölgedeki güç boşluğunu doldurmaya yönelik başta Rusya, ABD, Fransa, Türkiye ve İran gibi uluslararası aktörler arasında yaşanan güç çatışmalarının da önemli bir rolü bulunmaktadır. Sorunun barışçıl yöntemlerle çözümünün önündeki bir diğer engel ise, arabuluculuk faaliyetlerinin zayıf kalmış olmasıdır.

Azerbaycan’ın toprak bütünlüğü konusunu kısa bir şekilde Hazar Denizi kapsamında ele alalım.

Gelişmiş ve gelişmekte olan sanayi devletlerinin içinde bulunduğu güç mücadelesinde başarı ölçütlerinden biri, güvenli kaynaklardan enerji sağlanmasıdır. Bu faktör enerji kaynağı olarak petrol ve doğalgazın bulunduğu bölgelerin jeopolitik önemini artırmaktadır.

Hazar bölgesi dünyanın en zengin petrol ve doğalgaz rezervlerine sahipler. Bu durum, bölgeyle bağlı problemlerin ortaya çıkmasında ve mevcut problemlerin çözülmesinde ağırlıklı olarak enerji faktörünün rolü üzerinden durmaya itmektedir.

Çağımızda önemli jeopolitik değere dönüşmüş enerji faktörünün, zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip Azerbaycan’ın karşılaştığı problemlerin çözümünde de etkili olabileceği düşünülebilir. Bu amaçla, öncelikle bölgede etkili olan devletlerin çıkarları analiz edilmeli, çatışan hususlar belirlenmeli ve bu şartlarda sorunların ortaya çıkması ve çözülme olasılığı değerlendirilmelidir.

Kendi sistemsel hegemonyasının devamlılığı noktasında başta Rusya ve Çin olmak üzere çok kutupluluk yanlısı küresel aktörler ile onulmaz bir mücadele içerisinde olduğunu söyleyebileceğimiz Avro-Atlantik Dünyası, özellikle Avrasya merkezli rekabette üstün gelen taraf olabilmek amacındadır. Büyük çaplı bir güç boşluğunun hâkim olduğu, enerji kaynakları açısından zengin ve coğrafi anlamda Rusya ile Çin’in büyük bir avantaja sahip olduğu Hazar Havzası da sistemsel bir kırılma noktası olduğunu rahatlıkla söyleyebileceğimiz Avrasya anakarasının önemli bir bileşeni olarak küresel ve bölgesel güçlerin mücadelelerine tanık olmaktadır. Orta Asya-Kafkasya bağlantısını sağlayan ve çok önemli bir enerji üssü olarak bilinen Hazar Denizi bağlamındaki anlaşmazlık ve bu denizin kontrolü noktasında perde gerisinde süregelen çatışma son dönemde yeniden ortaya çıkmış durumdadır. ( Dr. Göktürk TÜYSÜZOĞLU, HAZAR’DA REKABET KIZIŞIYOR, 04 AĞUSTOS 2013)

Hazar Denizi’nin hukuki statüsünün belirlenmesinde havza ülkelerinin Azerbaycan’a çıkarmış oldukları sorunların inada dönüşmesi, resmi Bakü’nün bu konudaki asil duruşunda gizlidir. Şöyle ki, Rusya ve İran’ın istekleri doğrultusunda davranmak, Azerbaycan’ın ulusal ve uluslararası güvenlik ilkelerine tehdit olmaktan öte bir prensip meselesidir. Daha detaylı değerlendirirsek, Azerbaycan’ın Hazar Havzası’nda ve Güney Kafkasya coğrafyasındaki jeopolitik statüsüne ilişkin bölgesel ve uluslararası çıkalarının güvenliği söz konusudur.

Azerbaycan’ın Hazar Havzası’ndaki jeopolitik önemini iyi değerlendiren Brzezinski, bu ülkenin Moskova yönetimi altına geçmesi durumunda, Orta Asya devletlerinin bağımsızlığının da anlamsız olacağına dair fikir paylaşımında bulunması dikkat çekicidir. ABD’nin eski Ulusal Güvenlik Danışmanın sözlerine göre Azerbaycan; Orta Asya ile Avrupa arasında ulaşımı sağlayan anayol olduğu için onun bağımsızlığı geçersiz kılındığı takdirde, bölgenin zengin enerji kaynaklarının Rusya’nın kontrolüne geçmesi de muhakkaktır.

Brzezinski’nin söylediklerinin tam tersi olarak Azerbaycan için şunları söyleyebilirim; 1994 yılında “Asrın Anlaşması” ın imzalamakla aslında bölgenin stratejik vizyonu büsbütün değişti. Şöyle ki Rusya, bu petrol ve doğalgaz anlaşmasının ardından Batının jeopolitik uzantısı olarak görülen enerji için ortak işbirlikleri Hazar Denizi kıyılarında görmeye başladı. Bunun devamı olarak 14 Mayıs 2003 tarihinde Astana’da bir araya gelen Kazakistan, Rusya ve Azerbaycan ortak enerji politikalarında kısmi de olsa anlaşmaya varmıştılar. Moskova yönetiminin, Hazar’ın hukuki statüsünün kesin bir sonuca varmasında Azerbaycan’ın teklifi üzerine ileri sürülen “ Hazar dibinin orta hattı esasında ulusal sektörlere bölünmesi ve su yüzeyinin ortak kullanımı” hakkında anlaşmaya onay vermesi objektif sebeplere bağlıdır.

Aslında Asrın Anlaşması’nı bir türlü kabullenmeyen Moskova hükümeti, uzun yıllar sonra anlayış gösterip resmi Bakü’nün dediğine gelmesi, artık Batının her türlü kuşatılmasının kaçınılmaz olduğunu anlaması ve eski Sovyet Cumhuriyetlerini tekraren kaybetme endişesine bağlıdır.

SSCB dağıldıktan sonra Azerbaycan sahip olduğu siyasal ve toplumsal değerler doğrultusunda bağımsız iç ve dış politika izlemeye başlamıştır. Yeni dönemin şartları kimlik çatışması nedeniyle Ermenileri ve bazı diğer azınlık grupları rahatsız etmiştir. Toplumsal ve siyasal anlamda doku uyuşmazlığına dönüşen yeni manzara zaman zaman çatışmalara neden olmuştur. Çatışmaların alevlenmesinde çeşitli iç ve dış kaynaklı ektenler rol oynamıştır. Öne çıkan etkenlerden biri aynı topluma ait olma bilincinin yeterince şekillenmemiş olmasıdır.

Sovyet döneminde Ermeniler diğer etnik azınlıklar gibi kendilerini Azerbaycan’da azınlık olmaktan daha çok, Sovyetler Birliği topluluğunun parçası olarak hissetmişler. Sovyetler Birliği zamanında sosyalizm ideolojisi toplumsal bütünlüğün sağlanmasında milli değerleri esas malzeme gibi kabul etmemekte ve tehlikeli bulmaktaydı. Sosyalizme aykırılığı düşüncesiyle milli ve dini törenler, bayramlar yasaklanmıştır. Birliğe üye devletlerin kendi ana dilleri ikincil nitelik taşımakta, Rusça resmi dil olarak kabul edilmekteydi.

Bu şartlar altında birliğe üye devletlerde azınlık gruplar egemen halkların dominantlığını hissetmemiş ve kendilerini Sovyet toplumunun parçası olarak görmüşler. SSCB dağıldıktan sonra ortaya çıkan çeşitli etnik çatışmaların yaygın hale gelmesinde bu varsayımın önemli rolü olmuştur. Bu durum Ermenilerin bağımsızlıktan sonra kendilerini Azerbaycan toplumunun parçası olarak görmelerini ve azınlık statüsünde olduklarını sindirmelerini de engellemiştir.

Karabağ sorununda yerli Ermenilerin kendi haklarını korumak ve durumlarını iyileştirmek talepleri yerine ayrımcılıktan yana olmalarında bu etkenin önemli rolü olmuştur.

Çatışmaların büyümesinde etkili olan başka bir neden, her iki toplumda evrensel değerlerin yeterince kabul görmemesi ve toplumsal değerlerle uyum içinde olmamasıdır. Evrensel değerlerle insanların doğuştan sahip oldukları hak ve özgürlükler, belli kıstaslara bağlı olarak yaşamasını garanti altına almayı hedefleyen fikri, ahlaki ve sosyal değer yargıları anlaşılmaktadır.

SSCBdöneminde oluşturulmaya çalışılan toplumsal değerler sistemi, ideolojik temeller üzerinde kurulduğundan evrensel değerlerin yerleşmesini yeterince olanak tanımamıştır. Böylece çeşitliliği olanaklı kılan toleranslık bilinci toplumsal değer olarak yeterince yerleşmemiştir. Bunun sonucu olarak, Karabağ sorunu başlangıçta toprak talebi üzerinde kurulmasına rağmen, çatışmalar kısa süre içinde etnik düşmanlık boyutu kazanmış ve taraflar karşılıklı olarak kendi yaşadıkları yerlerden göçe zorlanmıştır.

Rusya’nın zengin enerji kaynaklarına sahip olması onun bu açıdan dışa bağımlılığını ortadan kaldırmıştır. Rusya sahip olduğu petrol ve doğalgaz rezervlerini dış politikada jeopolitik üstünlük aracı olarak kullanmaktadır. Bu amaçla, sadece sahip olduğu enerji rezervlerini değil, coğrafi konumu itibari ile transit imkânlarını da hedefleri doğrultusunda kullanmaya çalışmaktadır. Bölge devletleri üzerindeki ağırlığını kullanarak komşu ülkelerin doğalgaz ve petrollerinin Avrupa’ya pazarlanmasında tekel rolü üslenmektedir. Rusya’nın bu yöndeki hegemonyası karşısında Azerbaycan’ın daha bağımsız enerji politika izlediği gözlemlenebilir. Bu durum Azerbaycan’a birçok açıdan jeopolitik üstünlük sağlasa da, Karabağ sorununun çözülmesinde Azerbaycan’a olanak sağlayacağı düşünülen enerji faktörünün Rusya üzerindeki etkisini azaltmıştır.

Sonuç

Günümüzde Dağlık Karabağ sorunu, Azerbaycan ile Ermenistan arasında her an sıcak çatışmaya dönüşme potansiyeli yüksek bir anlaşmazlık olarak durmaktadır. Her ne kadar iki ülke arasında üst düzey görüşmeler devam ediyor olsa da öngörülebilir bir gelecekte barışın sağlanacağını söylemek mümkün değildir; çünkü tarafların talepleri prensip olarak birbirine zıttır.

Öte yandan Dağlık Karabağ sorununun uluslararası bir boyutu da vardır. Bu bağlamda ilk akla gelen devlet, Ermenistan’ın müttefiki konumundaki Rusya’dır. Ancak Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki güvenlik sorunları devam ettiği müddetçe iki tarafa da silah ve askeri malzeme satarak para kazanan Rusya, bölgedeki dengenin değişmesini istememektedir.

Ayrıca Ermenistan ile Türkiye arasındaki anlaşmazlıklar var olduğu müddetçe, Rusya’nın Güney Kafkasya’daki askerî varlığı da devam edecektir. Dolayısıyla Rusya bölgedeki mevcut düzenden memnun olan taraftır.

Diğer taraftan başta AGİT Minsk Grubu eş başkanları olan ABD ve Fransa olmak üzere Batı, özellikle son yıllarda Dağlık Karabağ sorununa oldukça ilgisizdir. Bu, zaten Rusya ile ilişkileri iyi olan Ermenistan’ı Batı’dan daha da uzaklaştırmaktadır. Özetle Batı’nın bu stratejisi veya (beceriksizliği de dersek yanlış olmaz) devam ettiği sürece, Ermenistan’ın Dağlık Karabağ sorununun çözümüne ilişkin taleplerinde geri adım atması beklenmemelidir.

Azerbaycan 1991’de çökmekte olan Sovyetler Birliği’nden bağımsızlığını geri kazandığında, eski sistem çöktüğü ve yenisi henüz kurulmadığı için ülke büyük zorluklarla karşılaştı. Aynı zamanda, komşu Ermenistan Azerbaycan’a karşı topyekün bir savaş yürütüyor ve Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesini işgal etmeye çalışıyordu. 2016 yılında Azerbaycan’ın bağımsızlığı ve bağımsız dış politikası 25. yılını kutladı.

Bu çeyrek yüzyıllık politikanın geriye dönük analizi, Azerbaycan’ın ilk zorluklara rağmen sadece kırılgan devletini güçlendirmeyi ve sürdürülebilir bir kalkınma yoluna girmeyi değil, aynı zamanda ülkeyi başarılı bir şekilde geliştiren çok ustaca hazırlanmış bir dış politika izlediğini ortaya koymaktadır. bir bölgesel lider ve dünya çapında saygın bir aktör. (Arastu HABİBBEYLİ, Yeniden Kurtulan Bağımsızlığın 25. Yılında Azerbaycan’ın Dış Politikasını Yeniden Düşünmek, s. 45)

Gelişmeler ışığında Rusya’nın uzun vadede Kafkasya’da ve özellikle de Güney Kafkasya’da statükosunu korumaya devam edeceğini söylenebilir. Bu açıdan bakıldığında bölgedeki etnik ve diğer sorunların, Rusya’nın çıkarlarını zedeleyecek veya Rusya’yı devre dışı bırakacak bir çözümün hayata geçirilmesinin pek de mümkün olmayacaktır.

Bu nedenle Dağlık Karabağ Sorunu’nun bir çözüme kavuşturulması, ilk etapta bölgesel daha sonra ise küresel bir etkiye sahiptir diyebiliriz. Nitekim Dağlık Karabağ Sorununun çözümü Ermenistan-Azerbaycan ilişkilerinin yanı sıra Türkiye-Ermenistan ve Türkiye-Azerbaycan ilişkilerini de etkilediğinden küresel bir etkiye sahiptir.

Rusya’nın Ermenistan’daki askeri üslerini güçlendirmesi her ne kadar Türkiye-RF arasında yaşanan uçak krizinin ardından daha sık gündeme gelmiş olsa da sorunun bir de bölgesel boyutuna dikkat çekilmesinde yarar vardır.

Özellikle bu üslerin güçlendirilmesiyle birlikte Rusya’nın sadece Türkiye değil aslında arka bahçesi olarak tanımladığı Kafkasya bölgesinde olası bir gelişme karşısında müdahale için de elini kolaylaştıracak faaliyetlerde bulunduğunu söylemek mümkündür. Bu yönüyle daha önce de belirtildiği üzere küresel ve bölgesel sorunların, günümüzde artık çok daha farklı boyutlara ve etkilere sahip olduklarını söylemekte yarar vardır. Bölgesel ve küresel gelişmelere bu yönüyle bakıldığında genelde Kafkasya, özelde ise Güney Kafkasya’da gerek bölgeye yönelik nüfuz mücadelelerinde gerekse de olası bir sorun karşısında bölgenin etnik veya diğer sorunların adeta bir araç olarak kullanıldığı görülmektedir.

Sonuç olarak Dağlık Karabağ Bölgesi’nin Avrupa’yı Kafkasya ile birbirine bağladığını ve ayrıca bu yüzden de çok önemli olduğunu söyleyebilirim. Sözlerimi İngiliz Coğrafyacı Halford Mackinder’in Heartland Teorisi’nden bahsederek bitirmek istiyorum. Mackinder,  ‘’Heartland’ı alan dünyaya hükmeder’’ diyordu. Belki büyük bir iddia olabilir ama Dağlık Karabağ’ı alan bölgeye de hakim olabilir.

Ömer Faruk Coşkun

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir