İman, bu hayatta sahip olunabilecek en büyük nimettir. O, bütün hayatı kuşatan, yön veren ve hayatı anlamlandıran en kıymetli nimettir. İman insana hayata hangi pencereden bakacağını, nerede durması gerektiğini, nasıl davranması ve davranmaması gerektiğini öğretir.
İman, insanın hayatına girdikten sonra önceki hayatını resetleyen, ve yeni ufuklar açan bir nurdur. İman cesarettir, doğruluktur, heyecandır, yeniden azim ve aşkla dirilmektir. Ölüm korkusunun kalpten silinmesi, en sevgiliye verilecek olan candan vazgeçebilmektir iman.
İmanın bu etkisini gelin Firavun’un sihirbazlarında görelim:
Sihirbazlar, Musa Aleyhisselam’ın asasının, kendilerinin ortaya attıkları ipleri ve sopaları yuttuğunu görünce:
فَاُلْقِيَ السَّحَرَةُ سُجَّداً قَالُٓوا اٰمَنَّا بِرَبِّ هٰرُونَ وَمُوسٰى
Meal
Mûsâ’nın değneği, sihirbazların ipleriyle değneklerini yutunca) sihirbazlar hemen secdeye kapandılar ve, “Hârûn ve Mûsâ’nın Rabbine inandık” dediler. (Tâhâ Sûresi, 46/70)
Bu duruma çok sinirlenen Firavun, onların ellerini ve ayaklarını çaprazlama kesmekle ve hurma kütükleri üzerinde sallandırmakla tehdit etti. Daha henüz yeni iman etmiş, iman kalplerine yerleşmiş o sihirbazlar, Firavun’un karşısında aslan kesilircesine, imanın verdiği o huzur ve cesaretle:
قَالُوا لَنْ نُؤْثِرَكَ عَلٰى مَا جَٓاءَنَا مِنَ الْبَيِّنَاتِ وَالَّذ۪ي فَطَرَنَا فَاقْضِ مَٓا اَنْتَ قَاضٍۜ اِنَّمَا تَقْض۪ي هٰذِهِ الْحَيٰوةَ الدُّنْيَاۜ
Meal
Sihirbazlar şöyle dediler: “Bize gelen apaçık delillere ve bizi yaratana seni asla tercih etmeyeceğiz. Artık sen vereceğin hükmü ver. Sen ancak bu dünya hayatında hüküm verirsin.” (Tâhâ Sûresi, 46/72) diyerek o günün Firavun’una ve bugünün Firavunlarına ne de güzel cevap verdiler.
Öyle bir cevaptı ki bu cevap, iman edenlerin imansızlar karşısındaki kükreyişiydi. Allah’ın yanındaki izzeti ve şerefi kullar yanındaki geçici geçimliklere tercih edişti. Bu cevap, imanın ta kendisiydi.
İşte iman, insana bu güveni kazandırıyordu. İman, kime güvenilmesi gerektiğini öğretiyordu. İman, bu mülkün asıl sahibini ilan etmenin adıydı.
Sihirbazların iman etmeleri ile yüreklerinde doğan bu ateşin bir benzeri Hz.Ömer’in de yüreğini kavurmuştu. O, iman ettikten, kelime-i şehâdet getirdikten sonra imanın vermiş olduğu aşk ile söylediği ilk söz:
““Yâ Resûlallah, biz ölsek de yaşasak da Hak din üzere değil miyiz?” diye sordu.
Efendimiz Aleyhisselam:
“Evet, varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, siz kalsanız da ölseniz de Hak din üzeresiniz.” diye cevap verince,
“Öyle ise hâlâ ne diye gizleniyoruz?” dedi. “Seni Hak dinle gönderen Allah’a yemin ederim ki, korkmadan, çekinmeden, cesaretle bütün şirk meclislerine gidip İslâmiyeti açıklayacağım.”
İşte iman buıydu, böyle diriltirdi. İşte iman, şirk üzere geçmiş bir hayatın üzerini böyle çizerdi. Alemlerin Efendisini öldürmek üzere gelen o gönlü, Alemlerin Efendisi’nin hizmetine verirdi iman.
Gönlü iman nuruyla tutuşan sihirbazların anlatıldığı Tâhâ Sûresi, Ömerin de gönlünü tutuşturan sûre olmuştu.
Aynı ateşin yaktığı bir diğer sahâbî de Ebu Zerr (r.a)’dir. O da Efendimiz Aleyhisselam’ın huzuruna gelerek iman etmiş, bu imanını tüm Kureyş’in huzurunda, Kâbe’de ilan etmiş, bunun üzerine öldürülesiye dayak yiyerek kendinden geçmiştir. Ertesi gün yine Kâbe’nin yanında Kelime-i Şehadeti tekrarlayıp işkencelere maruz kalmıştır. İşte imanın yaktığı, iman için atan gönüller…
Harekete geçiren bu imanların yanında, bizleri hiç harekete geçirmeyen, yüreklerimizi yakmayan bir imanın sahibiyiz.
Allahım! Gönüllerimizi imanın dirilttiği gönüllerden eyle, Firavun’un sihirbazlarını, Ömer’i, Ebu Zerr’i harekete geçiren imanı bize nasip et. Âmin…
(Ali ÖZBEK/02.Şevval.1441/25.Mayıs.2020/Pazartesi)