Vakit Geçir

Yalnız bırakma

insanı-yalnız-bırakma

Hayatımızda gördüğümüz en büyük sıkıntılardan biri de kendimize gösterilmeyen değerdir. Bize değer gösterilmeyince, derdimiz dinlenmeyince kendimizi hep yalnız hissederiz. İnsanlar bu sebepten dolayı özellikle genç kardeşlerimiz genellikle bunalıma girerler ve çözüm olarak intihara kalkışırlar veyahut kendilerine zarar verecek eylemlerde bulunurlar. Bu sıkıntıların temelinde yalnızlık hissayatı vardır.

Bir çok genç kardeşimle (ortaokul – lise) samimi muhabbetler kurdum, kurmaya devam ediyorum. Genelde bir sıkıntısı olanlar, içini kimseye dökemeyen ve derdini anlatacak dert ortağı bulamayan çok temiz, pırlanta gibi değerli kardeşlerimizdir.

Bu kardeşlerimizin problem yaşamasında ki en büyük eksiklik, gönüllerine dokunacak bir muallim, bir ağabey ve onlara ufuk açacak bir rol model bulamamaları.  

Bir hocamızdan şöyle bir nasihat almıştım. ‘’ Evladım! Unutmayalım ki; Problemini çözdüğümüz, derdine derman olmaya çalıtığımız insan bizimle olur. Dünya hayatından, ahiret hayatına yapılacak en faydalı işlerden biri de bir insanın sıkıntısını dünyada gidermektir. Unutmayalım ki bugün yapacağımız en büyük hizmet salih insanlar yetiştirip, topluma kazandırmaktır. Her daim şunun bilincinde olmalıyız; Salih bir toplum geldiğinde, Allah o topluma rahmetini gönderir. ‘’

Buradan hareketle Eğitimin en önemli püf noktalarına gelecek olursak, eğitimde talebeye verilen değer dir. Şöyle bir değişilmez ilke vardır; ‘İnsanlara değer vermeden, onların gönlüne girmeden, insanlara bir şey öğretemezsin.’ Bu minvalde karşımızda ki insanlara bir şeyler aktarmak istiyor isek onların gönlüne dokunmalıyız.

İnsanların zihnine bir şeyler aktarmak istiyor isek, dilden dile değil gönülden gönüle konuşmalyız.

Bir muallim veya muallime talebesine her şeyden evvel ona değerli olduğunu hissettirip, onun gönlüne dokunup ona değer vermelidir. Eğitimde çektiğimiz en büyük meselelerin başında bu gelir.

Ulemamızın müderrislik hayatlarında ki izledikleri minvale bakarsak, talebeye verdikleri ilimden evvel, sevgilerini ve muhabbetlerini talebeye hissettirmişlerdir. Ve bu minvalde yetiştirdikleri talebeler de, hocalarında gördükleri hâl ve kâl vaziyeti ile okudukları ilmi kendi hayatlarında önce hâl olarak gösterirler sonra ilmi öğrenirlerdi.

Üstad Ali Ulvi Kurucu, hatıratında hocaları anlatırken , hocalar için ‘’Manevi Babalar’’ diye anlatır. Üstadın hatıratında talebelerin hoca efendilere niçin gönülden muhabbet beslediklerini ve hoca efendileri niçin ‘’manevi babaları’’ olarak gördüğünü üstad şöyle anlatır;

‘’ Hoca efendiler talebelerine bir baba şefkatiyle muamele ederlerdi. İnsan onlarda hocanın, mürşidin ne olduğunu gördü. Mürşid, hoca, sadece elini öptüren insan değil, talebelerini, dervişlerini koruyan, gözeten, yetiştiren kimse demektir. Onlar manevi babalardır. Baba, fani vücudumuzun sebeb-i hayatı, sebebi vücudu iken, hoca ve mürşid, ebedi ruhumuzun mürebbisi, sebeb-i feyzü saadettir..’’[1]

Ali Ulvi Kurucu

Ve işte bu ruhla talebe yetiştiren hoca efendiler aslında en büyük fethi yani gönül fethetmeyi gerçekletirmiş olurlar.

Yazımıza merhum Nurettin Topçu hocamızın ‘’Büyük Fetih’’ kitabından alıntı ile son vermek istiyorum;

‘’Şimdi yerlede sürünen kendi ruhumuzdur. Hayatımıza düzen ve disiplin, ruhumuza hayat, kalbimize aşk ve ateş koyacak bir el (hoca-mürşid) bekliyoruz. Kalabalığımız yapayalnızdır. Dualarımız göklere yükselmiyor. Gerçek Sahibimiz’le aramızda ki bağlar her nasılsa büsbütün koptu. Bize ilim, sanat, bize kuvvet lazım. Ruhlarımızın fatihini bekliyoruz’’[2]

Nurettin Topçu

İşte bu Ruhlarımızın fatihi şüphe yok ki aşk ve vecd ile çalışan, gönüllere dokunan, mürşitlerimiz ve muallimlerimiz dir.

Rabbim, Hâl ehli olan Muallimlerimizden ve Mürşitlerimizden razı olsun..