Müslümanız Elhamdülillah…
Hepimiz İmanın altı şartını ve İslam’ın beş şartını biliyoruz, dilimizle ikrar, kalbimizle tasdik ediyoruz…
Amenna ve Saddakna.
Asıl mesele şu: Müslümanlık sadece bu on bir maddeyi bilmek midir?
Bizim yaşadığımız İslam ise Asr-ı Saadet döneminde Peygamberimizin (S.A.V) ve Sahabilerin (R.A) yaşadığı neydi?
İslamiyet’in ilk dönemini düşünelim.
İki cihan güneşimizi (S.A.V) düşünelim.
Allah Resulü (S.A.V) azılı müşriklerin arasında tebliğ mücadelesi verirken, kimisi, O (S.A.V) namaz kılarken secdeye gittiğinde mübarek sırtına deve pisliği koyuyor, kimisi, O’nun (S.A.V) yürüyeceği yollara dikenler seriyor, kimisi O’na (S.A.V) ağza alınmayacak hakaretler ediyordu…
Ashabı düşünelim.
Hz. Habbab’ı (R.A) düşünelim. İmanından dönmesi için kor ateşler üzerine yatırılmış, ateş, vücudundan eriyen yağlarla sönene kadar göğsüne bastırılıp bekletilmişti.
Hz. Bilal’i (R.A) düşünelim. Üzerine koskocaman bir kaya konulmuş, Mekke’nin kavurucu sıcağında, güneşin tam altında kumlara yatırılmış bir vaziyette imanından dönmesi isteniyordu kendisinden.
Hz. Sümeyye (R.A) annemizi düşünelim. Dini uğruna, sırf Allah’a iman ettiğinden dolayı şehit edilmişti.
Daha birçok sahabe bu şekilde işkencelere maruz kalıyordu. Ama hiçbiri imanından geri dönmüyordu. Teslimiyet böyle bir şey olsa gerek.
Şimdi günümüzü düşünelim;
Hangimiz Müslüman olduğumuz için işkence görüyoruz?
Hangimiz namaz kılarken sırtına deve pisliği bırakılıyor?
Hangimiz camiye giderken yoluna dikenler seriliyor?
Hangimiz ALLAH BİR dediği için kızgın kumlara yatırılıyor?
İslam’ın en zor zamanında ashabın aklında tek bir soru vardı: Ben nasıl cennete gideceğim?
Günümüzün sorusu: Ben gitmeyeceğim de kim gidecek?
Kardeşim!
Unutma ki dünya ahiretin tarlasıdır. Dünyadaki Müslümanlığımız kadar ahirette değer göreceğiz Rabbimizden.
Ve unutma ki:
Şu dünya çok gaddardır, mekkârdır. Bir lezzet verse, bin elem takar, çektirir. Bir üzüm yedirse, yüz tokat vurur. (Üstad Bediüzzaman Said Nursi; Lem’alar, 17.Lem’a)